Sofistike mücevherler tüketim alışkanlıklarına yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor
Laboratuvar ortamında üretilmiş mücevherler, endüstriye ve tüketim alışkanlıklarına yepyeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor.
1900’lerin başında ilk kez aşk ve bağlılığın bir sembolü haline gelen mücevherler, kuşkusuz ki lüks dünyasında zarafetin en şık yansımalarından biri. Cartier’nin ikonik Love Bracelet’ı, Tiffany & Co.’nun tüm zamanlara adını yazdıran Engagement Ring’i ve Van Cleef & Arpels’ın imza Alhambra seti ile özdeşleşmiş kült mücevher dünyası içinse bugünler, yeni bir ihtimaller çemberini aralıyor olabilir. 2020’lerin başından beri sürdürülebilirlik perspektifinde büyük dönüşümlere imza atan lüks endüstrisine bakıldığında mücevher evleri, bu bağlamda reformu en güç olan branş olarak karşımıza çıkmaktaydı: Madencilik ile elde edilen hammadde, sürdürülebilirlik ile çoğu bağlamda çelişkiliydi ve mücevher endüstrisi global olarak kötü bir itibara sahipti. Çoğu Afrika’da bulunan madenler üzerinden post-kolonyalizm, angarya ve çocuk işçiler gibi çeşitli sosyal sorunların etik problemlerle bir arada yıllardır ses bulduğu bu düzlemin günümüze uyumlanması ise 1950’lerde keşfedilen bir makineden geçiyor: Project Superpressure.
General Electric’in 1954 yılında yarattığı Project Superpressure, bir makine tarafından materyallere uygulanan ekstra basınç aracılığıyla laboratuvar ortamında mücevher yaratımının ilk örneğini oluşturuyor. Yapay ortamda üretilmiş bu değerli taşlar, sürdürülebilirlik düzleminde çeşitli sorulara cevap vermesi ile hatırı sayılır bir önem kazanıyor: Madencilik aktiviteleri ve beraberinde gelen sorunlara gereksinimi yok ederek teknoloji ve lüks arasında kurulan bu köprü, aynı zamanda mücevher tasarımcıları için de önemli bir kolaylığa kapı aralıyor. Cartier kurucusu Louis-François Cartier’in büyük torunu Jean Dousset, 2009 yılında kurduğu ve Mart ayından beri tamamen lab-grown mücevherlerin kullanımına geçiş yaptığı mücevher evi Dousset’te deneyimlediklerinden yola çıkarak açıklıyor: Madenden çıkarılmış hammaddelerle yapılanlara oranla yüzde yirmi ila otuz arası bir farkla daha ucuz olan laboratuvar üretimi mücevherler, tasarımcıların kreatif özgürlüklerini genişleterek fiyat kaygısıyla zoraki ana akım üretimlere yönelmelerini önlüyor. Böylelikle tasarımcıların asli üretimlerinin sesi yükseliyor. Ayrıca fiyat skalası daha uygun olan laboratuvar mücevherleri, müşterilerin mücevher alımına olan erişilebilirliğini artırarak Gen Z’nin gözbebeği olan sosyal adalet ile etik üretimde bir kesişimsellik sunuyor.
Madencilik kaynaklı mücevherlere oranla daha pür ve kusursuz olduğu iddia edilen laboratuvar mücevherlerine kulak veren önemli endüstri devleriyle karşılaşmak da mümkün. Örneğin LVMH, Haziran 2022’den itibaren İsrailli bir lab-grown mücevher evi olan Lusix’e 90 milyon doları aşkın bir yatırım yapmaktayken Breitling ve TAG Heuer’da laboratuvarda üretilmiş mücevherlerle süslenmiş saat modelleri yer ediniyor. 2022’den beri yalnızca lab-grown mücevher üretimi yapan Pandora da endüstrideki bu değişime bir başka destekçi. Nitekim bu parçalara karşı “korsan” veya “imitasyon” gibi bir algı oluştuğu da gözlemlenebiliyor, örneğin Tiffany & Co. mücevherin doğadan gelişinin özel olduğuna inanarak yapay üretimle arasına mesafe koymayı tercih edenlerden. Lady Gaga, Kim Kardashian ve Emma Watson gibi isimlerin çeşitli kırmızı halı görünümlerinde tercihi olan bu parçaların, bir başka handikabı daha var. Doğal mücevherleri yeniden satarken değerinin yarısına yakının kaybolması bir yana dursun, yapay üretim mücevherlerinin neredeyse hiçbir yeniden satış değeri olmadığı tespit ediliyor. Bu bağlamda Tiffany’nin laboratuvar mücevherlerini otantik bulmadığı perspektif de facto bir onay alsa da sürdürülebilirlik ve teknolojiyi lüks dünyasına taşıyan bu uygulamaya dair kesin olan bir olgudan bahsetmek mümkün: Laboratuvar mücevherleri, gelecek mücevher alım alışkanlıklarında nesiller boyu sürecek bir değişim vaat ediyor.