Tûba Büyüküstün ile bir seyri keşif hikayesindeyiz
Bir seyri keşif hikayesindeyiz. Başrolde Tûba Büyüküstün. Hikaye boyunca kalbi ile mantığı bir çeşit çapraz sorguya tabi tutuluyor. Korkmuyor tanışıyor. Hem seyir ediyor hem keşfediyor...
“Kendimi bugüne kadar herhangi birine ‘Ben böyle biriyim’ diye anlattıysam özür dilerim. Büyük ihtimalle öyle biri değilim. Gelişmeye devam ediyorum. Yarın kendimle ilgili başka cümleler kuracağımdan eminim.” Tûba Büyüküstün
Hepimiz kendimizi en iyi tanıdığımıza inanıyoruz. Bu yüzden kendimizle tanışma olasılığımızı düşünmüyoruz bile. Başkalarıyla tanışırken de öyle. Kendimizden anlatıyoruz önce. O kadar eminiz ki benliğimizden ve cevaplarımızdan, soru dahi sormuyoruz kendimize. Bildiğimizi düşünüyoruz ya da bildiğimizi sanıyoruz. Sözde yaralarımızı da en iyi kendimiz sarıyoruz, geçmişimizi de... Sahi biz kimiz? Ne istiyoruz? Nereden geldik, şu an neredeyiz ve nereye doğru gidiyoruz? Neleri seviyoruz ya da sevmiyoruz? Hayallerimiz ne? Netflix’in son yapımı Zeytin Ağacı’nın (Another Self) ön gösterimini, Tûba Büyüküstün ile gerçekleştirdiğimiz kapak çekiminin yaratıcı hikayesini kurgulamak için izlediğimden bu yana kafamda dolanan sorular neredeyse bir sorgu odası gücünde. Dizinin hikayesi keşfetmek üzerine. Tüm karakterler bir seyri keşif halinde. Özellikle Ada karakterine hayat veren Büyüküstün bu keşiften ziyadesiyle nasibini alıyor. Hikaye boyunca kalbi ile mantığı bir çeşit çapraz sorguya tabi tutuluyor. Bu sorgudan çıkan derslere gelmeden evvel çekim gününe ışınlanmak istiyorum.
Üzerinde ince askılı morumsu bir bluz, açık mavi bir denim pantolon ve yüzünde biraz mesafeli ama özünde sıcacık bir tebessümle teşrif ediyor sete. Merhabalaştığımız anda iyi ve güvende hissettiği sürece şahane bir çekim geçireceğimizin sinyallerini veriyor. Çekim başlamadan önce kısmen soru işaretli bakışlarının çekim esnasında güvene dönüştüğü anları en gerçek şekilde hissediyorsunuz. Hislerini, düşündüklerini gizlemiyor. İyi ise iyi hissediyor, kötü ise kötü. Kendisiyle sürekli bir diyalog içerisinde. İç onayı olmadan hiçbir yola adım atmayacak, adım attıysa bile devam etmeyecekmiş gibi... Yanlış anlaşılmasın, çekim yolculuğumuz ilk adımdan son adıma kadar şahane geçiyor. Ben naçizane objektif karşısında duran saydam kadına dair gözlemlerimi paylaşıyorum. Bence Büyüküstün birçoğumuza göre kendisini çok iyi tanıyor. Korkmamış tanışmış. Hem seyir etmiş hem keşfetmiş, bundan da çok memnun. Keşfetmek macera dolu bir yolculuk gibi görünse de yol her zaman günlük güneşlik ilerlemiyor. Çoğunlukla dolambaçlı, zaman zaman sancılı, hem güllü hem dikenli bir yol.Üstelik yüzleşmeyi de beraberinde getiriyor. Çoğumuzun gerçekleştiremeyeceği bir yüzleşme formülü bulmuş Büyüküstün. Kendi keşfini mesleği yani oynadığı karakterler üzerinden yorumluyor. Dahice! “Kendi keşif yolculuğumda, hayatın içerisinde ilerlememde seçtiğim veya karşıma gelen karakterlerin çok büyük bir etkisi var. Nereye doğru gidersem, o sırada neyi sorguluyorsam ona cevap olabilecek karakterlere hayat veriyorum. Aslında uzun bir süredir karakterlerimi de buna göre seçtiğimi fark ettim. Bireysel yolculuğuma cevap arayan, benimle birlikte ilerleyebilecek karakterlere daha sıkı sarılmaya başladım.”
Oyunculuğu psikolojik yönden ele alıyor. Hem oynadığı karakterleri iyileştiriyor hem bizi hem de kendini. “Karakterlere çalışırken tam olarak sindirebilmek ve analiz edebilmek adına kağıt kalem çalışması yapıyorum. Önce karakterin içerisinde bulunduğu durumu, kişiliğini ve psikolojisini, nereden geldiğini ve nereye doğru gittiğini anlamaya çalışıyorum. Nihayetinde başımıza gelen olaylar ve verdiğimiz tepkiler çok farklı. Bir de içerisinde bulunduğumuz psikolojik durum var ve verdiğimiz tepkilerin çoğu oradan geçiyor.”
“Kadın ve erkek biyolojik olarak farklı bir kere. Fizik yapılarımız farklı. Beynimiz, hormonlarımız farklı çalışıyor. Eşit değiliz ama denklik şart! Eşit olmayalım zaten, renklerimizi kaybetmeyelim. Burada çözülmesi gereken konu cinsiyet ayrımcılığı. Her birey cinsiyeti ne olursa olsun sosyal hayatta eşit hak ve özgürlüğe sahip olmalı.” Tûba Büyüküstün
Karakterlerden bağımsız, Tûba olarak hayatının şu döneminde nereye gittiğini merak ediyorum. Gülüyor... “Bilmiyorum. Üzerinde düşünüyorum, sorguluyorum ama tanımlamak istemiyorum. Belki tanımlayacağım şey yanlış, belki de eksik. Dolayısıyla tanımlamak doğru gelmiyor. O kısmı rahat bırakıyorum...”
Rahat bırakmadığı tek şey kendisi. Doğrusunun da yanlışının da üstüne gidiyor. “Yüzleşmek kendini tanımaktan geçiyor. Hayat yolculuğumuzun özeti de bu değil mi zaten? Bazen kendimizdense başkasını daha iyi tanıyabiliyoruz, daha iyi gözlemliyoruz” diyor ve ekliyor: “Gözlerimiz bile dışarıya doğru bakıyor. İçimize dönüp, bakıp görebilmek için kalp gözümüzü açmamız şart. İnsanın en zor sınavının kendisini tanımak olduğunu düşünüyorum çünkü en kolayı kendimizden kaçmak, bilhassa yaşadığımız bu dijital ve tüketim çağında.”
“Bazen kendimizdense başkasını daha iyi tanıyabiliyoruz, daha iyi gözlemliyoruz. Gözlerimiz bile dışarıya doğru bakıyor. İçimize dönüp, bakıp görebilmek için kalp gözümüzü açmamız şart. İnsanın en zor sınavının kendisini tanımak olduğunu düşünüyorum; çünkü en kolayı kendimizden kaçmak, bilhassa yaşadığımız bu dijital ve tüketim çağında.” Tûba Büyüküstün
“Pek de güzel yaşanır hatta” diyorum gülerek. “Ama ben bu hayata gelmenin kendini tanıma yolculuğu olduğuna inanıyorum. Şu an kendimi tanıma yolculuğundayım” diye parantez açıyor, kendinden kaçmadığının altını çizerek. Kapak çekiminde kalp ve mantığın çelişkisi ve çatışmasını konu alan bir kurgu hazırladık. Zaman zaman tamamıyla bir serbest düşüş, zaman zaman ise çelikten bir otokontrol. Kalbin ve mantığın arasında sıkışıp kaldığında karar verme mekanizman nasıl çalışıyor, diye soruyorum.
“Kalbinin sesi mi ağır basıyor yoksa mantığın mı?”
“Her zaman ve her konuda kalp ve akıl arasında sıkışıp kalıyoruz. Duruma göre, deneyimlere göre değişiyor. Her şeyi çok yönlü düşünüyorum ve düşündükçe kafam karışıyor. Öyle böyle değil; her şeyi karıştırıyorum. Büyütüyorum, büyütüyorum, büyütüyorum. Bir sürü soru soruyorum, birçok seçenek ve olasılık yaratıyorum. Ve onların arasından en doğrusunu bulmaya çalışıyorum.”
Özetle hırpalıyorsun kendini, diye söze giriyorum.
“Dengeli görünen bir dengesizlik seziyorum” diyorum. Gülüyor... “Biraz öyle. Hayatla alakalı çok fazla plan yapan biri değilim.” Kadercilik noktasında bir teslimiyet mi yoksa akışta seyir etmek mi, diye soruyorum. “Teslimiyet noktasına gelene kadar sorgulayan bir süreçten geçiyorum. Eğer o sürece kadar mevzuyu çözemediysem, teslim olduğum anlar da oluyor.”
“Kadına şiddete ‘hayır!’ dedikçe, kadın ile şiddet kelimelerini aynı cümlede kullanmaya devam ettikçe bitmeyecek. Kadının görünmez olduğunu kim söylüyor? Buna kim inandırıyor bizi? Biz zaten olduğumuz yerde, kendi olduğumuz halimizde, gücümüzle ya da güçsüzlüğümüzle varız!” Tûba Büyüküstün
Teslimiyet ve sevgi. Aynı cümlede yan yana durmalarını asla yadırgamayacağımız iki kelime. Sevginin, değer verdiklerinin peşinden koşar mı yoksa çabuk vazgeçenlerden mi, diye merak ediyorum. Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik, annelik. Bütüncül bir sevgi kavramından bahsediyorum. Bir ilişkiye veya tek bir kişiye bahşedilen bir sevgi değil altını çizmek istediğim. Cevabı şaşırtmıyor.“Çok zor vazgeçerim. İnsan sevdiğinden neden vazgeçer ki?”
Bir yanda zor vazgeçenler, diğer yanda kolay bitirenler. Hayatın denge oyunu değişmiyor. Dünyanın en güzel duygusu sevgide, aşkta bile. Biri seviniyor, diğeri üzülüyor; şansınız yaver gidiyorsa birlikte seviniyorsunuz. Üzülmekten konu açılmışken bir parti tadında kutlaya kutlaya coşkuyla başlattığımız ilişkileri niye cenaze töreni gibi ağır bir yasla, hınçla ve öfkeyle bitirdiğimizden dem vuruyoruz. Niye başlarkenki mutluluk ve huzurla bitiremediğimizi sorguluyoruz birlikte. Aşktan çalan götüren şey ne? Sistematik olarak doğumu kutlamaya, kutsamaya alıştırıldığımız için bitişleri kutlamak akla sığmıyor herhalde... “İnan ben de anlayamıyorum. Sonuçta bir hikaye yaşanıyor.Bu paylaşım gerçek bir paylaşım ise başı nasıl kutlanıyorsa, bitiş noktası da benzer bir coşkuyla kutlanabilmeli. İki insanın el ele verip ‘Ya artık galiba bu yolculuk bitti ama bu yolculuğun yaşadığımız sürecini kutlayarak bitirelim’ diyebilmesi çok güzel bir şey. Neden beceremiyoruz ben de bilmiyorum.”
“Hayatın hiçbir yerindeki sansürü doğru bulmuyorum. Her şey zıttıyla var çünkü. Sansür aşırılığı getirir. Bir şeyi ne kadar yok etmeye çalışırsan, yasaklarsan o kendine yine de sızacak bir çatlak bulur. Ve bir gün en acıtıcı şekilde bir patlama yaşanır.”
“Hayatın hiçbir yerindeki sansürü doğru bulmuyorum. Her şey zıttıyla var çünkü. Sansür aşırılığı getirir. Bir şeyi ne kadar yok etmeye çalışırsan, yasaklarsan o kendine yine de sızacak bir çatlak bulur. Ve bir gün en acıtıcı şekilde bir patlama yaşanır.” Tûba Büyüküstün
Dönelim Ada karakterine. Baktığımızda Ada’nın da Büyüküstün’e benzeyen yönleri var. Kontrollü, dizginleri hep elinde tutmak isteyen, kendi güvenli sularında hareket etmeyi tercih eden bir karakter. “Lütfen bu kadar özel şeylere girmeyelim” diye bir tatlı uyarı alıyorum. “Benzeştiğimiz şeyler var, bayağı var hatta. Dizideki tüm karakterler, karakterleri canlandıran rol arkadaşlarımla benzeşiyor. Hazırlık sürecinde köken aile açılımı yaptık. Deneyimlenmeden anlatılması, anlaşılması ve oynanması mümkün olmayan bir şey. Ada, Toprak, Leyla, Sevgi... Açılımın sonunda bu biz miyiz yoksa karakter mi diye kendimizi sorguladık.”Dizide Ada’nın affetmekle alakalı büyük bir meselesi var. Aşkta ilk yarası olan Toprak’ı (Murat Boz) affedemiyor. Tam affetmekle alakalı konuşacakken, Boz geliyor sete. Boz da L’Officiel Hommes Ağustos sayısının kapak yıldızı. Aynı çekimde buluşuyorlar. Bir set ve iki ünlü... Telaşımızı siz düşünün. Büyüküstün ve Boz’un arasındaki kimya etkileyici. Birlikte poz verirken senaryodaki gerginliği, sevgiyi, dostluğu, dargınlığı ve yabancılaşma halini çarpıcı bir katıksızlıkla yansıtıyorlar. Çok da eğleniyorlar...
Zeytin Ağacı hayatın tam içinden çıkan bir dizi. O kadar bizden hikayeler ki. Karakterlerin öfkelenmeleri, aldatılmaları, hayal kırıklıkları, aşkları, yaraları ve iyileşmeleri... Her karakterde bize dair bir şeyler izliyoruz. Bunu Nuran Evren Şit’in senaryosuna ve Burcu Alptekin’in reji başarısına bağlıyor Büyüküstün. “Eskiden nahif diziler vardı. Büyük şeyler olmazdı, yine de seyrederdik. Çünkü hayatımızın içinde olan şeylerdi. Zeytin Ağacı da öyle. Diyalog dilinin hayatın içinden olması, hiçbir şey anlatma çabası gütmeden bir sürü şey anlatıyor olması... Müthiş detaylar var. Bazı şeyleri sonradan anlıyorsun ve tekrar izlediğinde küçük detayları fark ediyorsun. İzlediğinde tekrar izlemek istiyorsun. Beden hareketleriyle bile yapılmış bir sürü ayrıntı var. Ufacık bir kelime dahi boşuna değil, hepsi bir yere oturuyor.” Spoiler vermeyeyim ama Zeytin Ağacı’nda yaşadığımız acı ve travmaların genetik aktarımla kuşaklar boyu devam edebileceği hem gerçek hem şiirsel bir dille çok iyi aktarılıyor. Şahsen benim ailemdeki tüm travmaları -eğer var ise- gün yüzüne çıkarmak için müthiş bir ilham kaynağı oldu. Bu arada 2015 yılında Holokost’tan kurtulanlarla yapılan bir çalışma, ebeveynlerin yaşadığı travmanın genler yoluyla çocuklara da geçtiğini ortaya koydu. New York’daki Mount Sinai (Sina Dağı) Hastanesi’nin Rachel Yehuda başkanlığındaki ekibi, travmadan kaynaklı genetik değişimin saptanmasıyla, insan deneyimlerinin sonraki kuşakları kalıtım yoluyla da etkileyebileceği tezini kanıtladı. “Sadece travmalar değil deneyimleri de bize geçiyor. Belki görmüyoruz, yalnızca fiziksel olanı görüyoruz ve anlayabiliyoruz ama o deneyimler de bugünkü varoluşumuzda önemli bir rol oynuyor.”
Yanıtını tam alamadığım affetme meselesinde ısrarcıyım. “Affederim” diyor önce. Hemen ardından affetmem mi acaba diye kendini sorguluyor. “Yok ya, içimde bir şey kalır... Kin tutmam ama bir şey kalıyor. Belki kırgınlık, belki kırılmışlık”. Sağlıklı olan böylesi galiba, diye onaylıyorum. Sorarken eğlenmeyi umduğum, lakin cevabında bir hayat dersi aldığım soruma geliyor sıra. Okurla ilk randevun olduğunu hayal edelim. Bize bilinmeyenlerini anlatır mısın, diye başladığım cümleyi “Bir oyuncu olarak izleyicinin karşısına oynadığım karakterlerle çıkıyorum. Tûba’yı tanımak zorunda değiller. Tanımasınlar da zaten” diyerek yarıda kesiyor. “Beni yakından tanırlarsa, karakteri değil Tûba’yı izlerler. O karaktere inanmaları lazım. Benim görevim, yaptığım iş bu. Ayrıca her oynadığım karakterde benden bir parça var zaten.”
Yapboz gibi karakterleri birleştirip bir Tûba profili çıkarabiliyoruz yani. “Geçen gün düşündüm, kendimi bugüne kadar herhangi birine ‘ben böyle biriyim’ diye anlattıysam özür dilerim. Büyük ihtimalle öyle biri değilim. Gelişmeye devam ediyorum. Yarın kendimle ilgili başka cümleler kuracağımdan eminim.” Çekim bittiğinde “Aslında zorumdur, beni kolaylaştırdığınız için teşekkür ederim” gibi bir cümle kuruyor Büyüküstün. Her detayı düşünen, mükemmeliyetçi bir karakterin kurabileceği bir cümle bu. “Gerçekten zor olduğunu düşünüyor musun?” diyorum. “Emin olmam lazım, güvenmem lazım... Yalnızca güvendiğim zaman bırakabiliyorum ve bizim yaptığımız çekimde bu çok çabuk oldu” diyor şaşkın ve içten bir tepkiyle. Derken doğum günü pastası, bir şişe şampanya ve bir çiçek buketi geliyor sete. Doğum gününü her zaman keyifle hatırlayacağım/ız bir çekim anısıyla kutluyoruz. Çiçeğe yazdığım notu bu yazıda da ölümsüzleştirmek istiyorum.
“Güzelliğin, doğallığın ve muhteşem yeteneğinle hepimiz için ilham kaynağısın. Şahane bir çekim anısı olması dileğimle. İyi ki doğdun, iyi ki varsın!”
Tûba Büyüküstün ile hem seyir ediyor hem keşfediyoruz
FOTOĞRAF RICCARDO APOSTOLICO
MODA DİREKTÖRÜ VE RÖPORTAJ İNAN KIRDEMİR
STİL DİREKTÖRÜ İPEK ERSOY
KREATİF DİREKTÖR MAHA HAIDER
VIDEO DENİZ BİRGİ
Saç: Serkan Yıldırım, Yusuf Tatar
Makyaj: Ceren Eröz, Simla Soğancı
Prodüksiyon: Armağan Merve Bilgin
Fotoğraf Asistanı: Lorenzo Gerli, Hasan Doğanay
Moda Ekibi Asistanı: Ayşe Ece Altun, Nida Kuşdoğan
Video Asistanı: Yasir Ergül
Prodüksiyon Asistanları: Baran Yahşi, Alina Berezovskaya