Bir tasarım hikayesi; PELIA
Markanızın çıkış hikayesinden bahsedebilir misiniz? Çocukluktan gelen bir hayal miydi yoksa üniversite yıllarında mı tasarımcı yönünüzü keşfettiniz?
PELIA, içimde yükselen tasarım ve üretim hayaliyle ortaya çıktı..
Açıkçası, çocukluğum haftasonları babamın ressam arkadaşlarının yanında tuvale veya kağıtlara hayal ettiklerimi tasarlayarak geçti. Fakat sonrasında, eğitim hayatıma farklı seçimlerle devam ettim. Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler eğitimi aldım. Londra’da işletme ve küresel pazarlama eğitimleri aldım. Üniversite bittiğinde; bir dönüm noktası olarak değerlendirebileceğim markamı kurma sürecimde, benim için iki major yol ayrımı vardı. Biri kurumsal bir hayat diğeri ise uçsuz bucaksız bir tasarım dünyasıydı. Ben de konforlu alanımdan çıkıp bu dünyada ‘Pelin’ olarak neler yapabileceğimi görmek istiyordum. O noktada çocukluğumdaki dünyama geri döndüm, tasarım ve moda pazarlaması ile ilgili eğitimler aldım. İlk defa bir şeyler çizerek tasarlayıp, üretilen ürünü üzerimde denediğim an hissettiğim heyecanım hala ilk günkü gibi hafızamda. O andan sonra PELIA, tüm enerjimi vererek, üretim sürecinden marketing sürecine kadar birebir ilgilendiğim, aslında yeni doğan bir bebek gibi tüm sorumluluğunu alarak keyifle tutkuyla sürdürdüğüm bir işe dönüştü. Hala aynı tutkuyu ve heyecanı içimde barındırıyorum.
Hepimizin bildiği üzere markanızın adı ‘PELIA’. Peki bu adı seçmenizdeki temel etken neydi, sizin için özel bir anlamı var mı?
Her marka, tasarımcısının çizgisini tarzını hayal dünyasını yansıtır. Bu yüzden ben de markam için kendi ismim ve soyismimin birleşimi olarak PELIA’ yı seçtim.
Ürünlerinizi tasarlarken nelerden ilham alıyorsunuz?
Hayatta ilham kaynağım, beni en çok besleyen şey kadınlar. Güçlü duruşlarıyla, yaşam mücadeleleriyle, farklı bakış açılarıyla tarihte yer edinmiş kadınlar, benim her zaman ilham kaynağım oldu. Günümüzde de özgüvenli, yaşam enerjisi yüksek, mutlu kadınlarla karşılaştığımda onların üzerinde ne görmek isterim ne yakışır diye düşünürüm. Gözlemlemeyi çok seviyorum, algımı daima dinamik tutmaya çalışırım. Mesela sokak modası.. Yürürken gördüğüm dikkatimi çeken herhangi bir detay beni yükseltir, heyecanlandırır. Belki bir renk uyumu, bir desen bazen tezatlıklar bazen de sadelik...
Sürdürülebilirlik artık hepimizin çok dikkat ettiği bir konu. Sizin sürdürülebilirlik ile alakalı çalışmalarınız var mı?
Sürdürülebilirlik benim oldukça yakından takip ettiğim bir konu. Küreselleşen dünyada çevresel duyarlılığımızın artmasıyla birlikte, özellikle yaz döneminde yenilenebilir ağaç hammaddesinden üretilen, tamamen doğada geri çözünebilen kumaşlar kullanmaya özen gösteriyoruz. Maalesef ki son dönemde etik moda anlayışından uzak petrokimyasal boyalı kumaşlar da öne çıkıyor. Üretim esnasında harcanan enerji ve su kaynaklarının yanı sıra tekstil atıkları da çevreye ciddi oranda zarar veriyor. Bu noktada bilinçli üretici ve bilinçli tüketici kolaborasyonu önem kazanıyor. Tüketiciler organik ve ekolojik sürdürülebilir kumaşları talep ettikçe arzın da bu yönde kırılacağını düşünüyorum. PELIA olarak çeşitli geri dönüşüm projelerine destek sağlıyoruz ve bu farkındalığın artması için projelerde daha aktif rol almak istiyoruz.
PELIA için planladığınız sizi heyecanlandıran planlarınız var mı?
Bizi çok heyecanlandıran ve emek verdiğimiz bir adımımız var. PELIA markamızı Londra’ya da taşımayı hedefliyoruz. Süreç içerisinde bir Türk markası olarak PELIA’yı Londra’daki hedef satış noktalarımızda görebileceğiz!
Kabul etmemiz gerekiyor ki hayatlarımıza tüketim çılgınlığı hakim. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce hayatımızda olması bizleri nasıl etkiliyor?
Hızlı moda akımıyla birlikte tüketim çılgınlığı gün geçtikçe artıyor. Ben kendim için söyleyebilirim ki, markamı kurduktan sonra yaptığım alışverişe çok daha fazla özen gösteriyorum. ‘Less is more’ benim hayatımda uygulamaya çalıştığım bir felsefedir. Kısa ömürlü ve kimyasal içerikli kumaşlardan üretilmiş kıyafetler yerine, uzun ömürlü, zamansız, sade ve ihtiyacım olan parçaları satın almayı tercih ediyorum. Geçmişe baktığımızda, markalar 2-3 sezonluk koleksiyon çıkarırlardı ve yazlık-kışlık-baharlık alışverişler yapılırdı. Fakat şuan online alışverişin de güçlü etkisiyle her an ihtiyaç dahilinde olsun olmasın kolaylıkla saniyeler içinde alışveriş yapılabiliyor, adeta bir tüketim çılgınlığı yaşanıyor. Bu döngünün insanlara mental olarak zarar verdiğini gözlemliyorum.
Marka kurmayı hedefleyenler için neler tavsiye edersiniz?
Hayatımda her zaman olaylara rasyonel bakmayı seviyorum. Hayal kurmak bizi günün birinde harekete geçirmeye yetecek kadar güçlü bir eylem, fakat ben hangi iş olursa olsun tutkuyla yapılması gerektiğini savunuyorum. Tutkuyla aşkla başlayan her marka, süreç içerisinde hedeflerine mutlaka ulaşıyor. Bana göre; kuracağı marka için heyecanlanan ve bu duyguya tutkuyla bağlanan emek veren herkes, öz disiplinini sağlayarak bir marka kurmak için adım atabilir. Bu süreçte önüne çıkabilecek potansiyel zorluklarla mücadele etmek de yıpratıcı olmayacaktır. Hatta daha önce deneyimlememiş oldukları birçok duyguyu, yeteneklerini gün yüzüne çıkarabilirler.
Her sabah uyduğunuz günlük bir rutininiz var mı? Varsa bahsedebilir misiniz?
Her sabah mutlaka erken saatlerde güne başlıyorum. Bu benim için bir rutin olmaktan çok yaşam motivasyonu diyebilirim. 2 senedir sabahları yüksek adrenalinli sporlar yerine yoga ve meditasyon yaparak güne kendimi hazırlıyorum. Buna ek olarak, sabahları mutlaka günün planını, yapmam gerekenleri ajandama not ederim. Güne yüksek motivasyonda başlamadığım günlerde ise günün devamında pozitif mutlu ve yüksek enerjili bir Pelin görmek istediğim için, rutinlerimin haricinde sabah saatlerinde bana ne iyi geliyorsa onu yaparım.
Bir daha asla yapmam dediğiniz bir şey var mı, veya herkesin yapma dediği ama sizin yapıp ‘İyi ki yapmışım!’ dediğiniz?
Hayatta her şeyi sebebiyle ve sonucuyla farkındalıkla yaşamaya çalışıyorum. Olaylar karşısında da bir daha asla yapmam demek, geçmişle büyük bir kavga içerisinde olmak gibi hissettiriyor. Onun yerine, benzer bir durum ile karşılaştığımda o süreci nasıl yöneteceğimi artık biliyor olmak, bu farkındalıkla tercihler yapmak daha doğru bir yol.
Herkesin kendi yolu ve bu yolda edinmesi gereken kendi deneyimleri var... Bu yolda yürümeye izin verelim ki, iyi ve kötü sonuçlara rağmen her şeyi her zaman ‘iyi ki yapmışım’ diyebilelim!
Yakın gelecekte çıkarmayı planladığınız koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz. L’Officiel Türkiye okuyucularına özel olarak koleksiyonunuzdan bahsedebilir misiniz?
Tabi ki zevkle! Çok içimize sinen capsule bir tulum koleksiyonu hazırladık. Bence tulum kadınların gardrobu için must-have parçalardan biri. Tek parça olması ve kolay kombin yapılabilmesi kadınlara büyük bir konfor sağlıyor. Her kadının gardrobunda kalıbını duruşunu çok beğendiği ve senelerdir vazgeçemediği mutlaka 1 tane tulumu vardır. Doğru kalıp ve doğru kumaş ile her kadına çok yakışacak bir parça olarak görüyorum. Bu sebeple biz de Eylül ayına özel sonbaharda keyifle tercih edilebilecek bir koleksiyon sunacağız!
Son olarak ise hepimizi düştüğünde kaldıracak bir mottosu var. Sizin de var mı?
Günlük hayatımda heyecanlı ve yüksek enerjide biri olduğum için, bazı zamanlarda anda kalmam ve her şeyi akışa bırakmam gerektiğini kendime hatırlattığım anlar oluyor. O anlarda her zaman Bruce Lee’nin ‘’Be like water’’ sözünü aklıma getiririm. Hayatı olduğu gibi akışında yaşamayı, su gibi dingin olabilmeyi ve teslimiyet duygusunu bana hatırlatıyor.
FOTOĞRAF: DENİZ BAYANNALDÜZ
MEKAN: URLA50