Dingin anların keşfinde
“Aşk, tutku, sevgi, beraber aynı şeylere gülebilmek çok önemli ihtiyaçlar. Ama bence yola devam edebilmeyi kolaylaştıran şey, sorunlar karşısında çözüme dair ortak bir bakış açısı geliştirebilmek.” Öykü Karayel
Oyunculuğa başlamak için belki de en doğru yere götürmüş hayat Öykü Karayel’i. Daha ortaokul öğrencisiyken Kenter Tiyatrosu’nun havasını solumak, unutulmaz isimlerle sahne tozu yutmak herkese nasip olmaz. Ama bu şansın hakkını vermek de her oyuncunun harcı değil. Bunu gerçekleştiren Öykü Karayel, oyunculuğa adım attığı ilk günden itibaren gerek tiyatro ve sinema, gerekse televizyonda yer aldığı dizilerle yeteneğini izleyiciye de birçok kez kanıtladı. Aldığı sayısız ödülle de başarısını perçinledi. Onu ilk gördüğünüzde, duru güzelliğinin dışında kendine hayran bıraktıran en dikkat çekici yanı verdiği bu hissiyat; ayakları yere sağlam basan, inandığı şeyleri yapan ve verdiği kararların arkasında her zaman dimdik duran bir kadın. 2020’yi Bir Başkadır’daki çok konuşulan rolüyle tamamlayan Öykü Karayel’i bu yıl ise bambaşka bir heyecan bekliyor. Anne olmaya hazırlanan oyuncuyla mesleğine olan tutkusu, anne olma fikri, ilişkiler ve hayat üzerine konuştuk.
Oynadığınız her rolün hakkını veriyorsunuz. Bunu hem tiyatro oyunlarınızla aldığınız birçok ödül hem de seyircilerin dizi ve filmlerinize verdiği olumlu tepkiler kanıtlıyor. Oyunculuk yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız?
Normalde çok özgüvenli birisi değilimdir. Ama oyunculuk bana kendime güvendiğim, rahat hissettiğim bir alan sağlıyor. Sevdiğiniz mesleği yapmak böyle bir şey sanırım. Hayatınızda bir boşluğu dolduruyor ve sizi birçok yönden besliyor olması gerek. Şanslıyım ki, sevdiğim ve benim için doğru olan mesleği çok genç yaşlarımda fark edebildim. Oyunculukla ve tabii kendimle olan yolculuğum da böylece erkenden başlamış oldu.
Dizi projelerinde sık yer almamanızın nedeni senaryoların size uymaması mı, yoksa bilinçli bir mesafe mi?
Türkiye’de dizilerde çalışma koşulları oldukça ağır. Ekonomik anlamda yeteri kadar tatmin edici olsa da, hayatınızdan çok şey götürüyor. Aylarca ailenizi, arkadaşlarınızı doğru düzgün göremeden, haftada sadece bir günlük izinle geçiyor ömrünüz. O bir güne de genelde “uyku reposu” denir. İş sabahın erken saatlerinde biter, hava aydınlanırken eve gelip yatarsınız, bütün gün uyuduktan sonra doğru düzgün hiçbir insani faaliyetinizi yerine getiremeden (doktora gitmek, bankaya gitmek, arkadaşlarla buluşmak, markete gitmek gibi) gece olur, sabah kalkıp gene sete gidersiniz. Bu koşullarda yazar da, yönetmen de, oyuncu da yüzde yüzünü ortaya koymakta zorlanıyor haliyle. Bir yerden sonra maddi boyut motivasyon olmaktan çıkıyor, işin içinde yaratıcı bağlamda küçük anlar, sahneler yakalayıp onlara tutunuyorsunuz devam edebilmek için. Zor bir süreç. Her sezona yeni bir iş yapmak için, karşılaştığınız projelerin gerçekten sizi tatmin edecek fazlaca unsuru olması gerekiyor. Benim için öyle en azından.
Bir rolü kabul ederken sizin için en önemli kıstas nedir?
İlk önce hikaye, sonra da karakter. Bazen karakter yeteri kadar iştahımı kabartmasa da hizmet ettiği o bütünün bir parçası olmak isteyebiliyorum ama hikayenin çok kuvvetli olması söz konusu oluyor illa ki. Bunun alt başlığı olarak diyalogların da doyurucu olması cezbediyor beni. İyi ve gerçekçi diyaloglarla gerçekten çok az karşılaşıyorsunuz. Bir de üstüne sizin bir şeyler arayıp bulmak zorunda kalmayacağınız halihazırda derinlikli bir karakter çıkarsa karşınıza mükemmel oluyor işte o zaman.
Oyunculuğa adım attığınızda ilham aldığınız isim var mıydı? Ya da sonra size ışık tutan biri oldu mu?
Ortaokuldan başlayarak lise sona kadarki yıllarımda Kent oyuncularının sıkı bir takipçisiydim. Kenter Tiyatrosu’nun o dönemki her oyununu iki, üç sefer izlemiştim. O zamanlar sahnede izlediğim genç oyuncular, oyunculuğa olan iştahımı kabartmakla kalmayıp bunu ciddi bir meslek olarak düşünmeme vesile olmuştu. İstanbul Konservatuarı’ndan yeni mezun olmuş öğrencileriyle aynı sahneyi paylaşıyordu Yıldız Hoca. İçlerinde Demet Evgar, Okan Yalabık, Yeşim Koçak, Osman Sonant gibi inanılmaz yetenekli isimler vardı. Benim de İstanbul Devlet Konservatuarı’na girmek istememin sebebi onlara olan hayranlığımdır.
Dizi projelerinde sık yer almamanızın nedeni senaryoların size uymaması mı, yoksa bilinçli bir mesafe mi?
Türkiye’de dizilerde çalışma koşulları oldukça ağır. Ekonomik anlamda yeteri kadar tatmin edici olsa da, hayatınızdan çok şey götürüyor. Aylarca ailenizi, arkadaşlarınızı doğru düzgün göremeden, haftada sadece bir günlük izinle geçiyor ömrünüz. O bir güne de genelde “uyku reposu” denir. İş sabahın erken saatlerinde biter, hava aydınlanırken eve gelip yatarsınız, bütün gün uyuduktan sonra doğru düzgün hiçbir insani faaliyetinizi yerine getiremeden (doktora gitmek, bankaya gitmek, arkadaşlarla buluşmak, markete gitmek gibi) gece olur, sabah kalkıp gene sete gidersiniz. Bu koşullarda yazar da, yönetmen de, oyuncu da yüzde yüzünü ortaya koymakta zorlanıyor haliyle. Bir yerden sonra maddi boyut motivasyon olmaktan çıkıyor, işin içinde yaratıcı bağlamda küçük anlar, sahneler yakalayıp onlara tutunuyorsunuz devam edebilmek için. Zor bir süreç. Her sezona yeni bir iş yapmak için, karşılaştığınız projelerin gerçekten sizi tatmin edecek fazlaca unsuru olması gerekiyor. Benim için öyle en azından.
Hangisi sizi daha çok heyecanlandırıyor; tiyatroda belli bir kitleye mi, dizilerle milyonlara ulaşmak mı?
Genelde işin kendisi heyecan duymama sebep oluyor, platformun bir önemi yok. İşin yaratım ve gelişme süreci ilgimi çekiyor. Sonrasında yaratacağı etkiyi merak ediyorum tabii ama çok fazla meşgul etmiyor bu beni. Önemli olan benim beğenmem ve yaptığım şeyden tatmin olmam oluyor. O yüzden en büyük heyecanı işe başlarken ve çalışma sürecinde duyuyorum, bittikten sonra değil.
Bir Başkadır çok sevildi. Meryem karakteri herkesin hayatına dokundu. Siz bu role nasıl bir pencereden baktınız, önyargılarınız var mıydı?
Hayır, neden önyargım olsun... Çok derinlikli yazılmış, mükemmel bir karakter bence Meryem. Her oyuncunun iştahını kabartacak bir rol. Ben de okur okumaz böyle hissettim.
Kız lisesinde okudunuz. Bu, ilerleyen yıllarda kadın-erkek ilişkilerinizi nasıl etkiledi?
Genelde karşı cinse olan bakış açımızı çocukluğumuzdan itibaren ailemiz ve toplumun kendisi şekillendiriyor bence. Lise hayatımın bunda ekstra bir etkisi olmadı gibi geliyor bana.
Günümüzde birliktelikler çok hızlı tüketiliyor. Aşk ve sevginin hayatınızda daha uzun soluklu olması adına sizin için neler önem taşıyor?
İlişki zor bir şey. Anne ve babanla kurduğun ilişki de, arkadaşınla kurduğun ilişki de, sevgilinle olan da hepsi bir noktada emek istiyor. Aşk, tutku, sevgi, beraber aynı şeylere gülebilmek, bunlar çok önemli ihtiyaçlar. Ama görüyoruz ki bazen bunlar olsa da bitiyor ilişki. Bence yola devam edebilmeyi kolaylaştıran şey, sorunlar karşısında çözüme dair ortak bir bakış açısı geliştirebilmek. İki tarafın da bu bağlamda zihniyeti aynıysa ve bir de üstüne şu saydıklarım pakete dahilse, işte o zaman doğru insanı bulmuş oluyorsunuz bence.
Hayatınızda sevdiğiniz çok insan var mı, yoksa az ve özcülerden misiniz?
Dostlarım az ve öz ama onun dışında insanın ne kadar çok arkadaşı olursa o kadar iyi bence. Etrafında çok insan biriktirebilmek bir meziyet gibi geliyor bana. Kendinizden ne kadar verebildiğinizin ve başkalarından bir şeyler almak konusunda ne kadar açık olduğunuzun bir göstergesi gibi.
Doğrularınız ve yıkılmaz kurallarınız neler?
Yok öyle şeylerim. Olmaması için çaba sarf ediyorum ya da.
En büyük lüksünüz nedir?
Ekonomik anlamda iyi bir sene geçirmişsem, yıl içinde çıktığım iki ya da üç yurtdışı tatili.
Sadece kendinize ayırdığınız bir günde neler yapmayı seversiniz?
Yemek yapmayı, bir şeyler izlemeyi, okumayı, PlayStation veya bilgisayar oyunu oynamayı.
En son okuduğunuz ve çok etkilendiğiniz bir kitap ya da izlediğiniz ve sizde iz bırakan bir film sorsak?
Psikolojide yeni bir yaklaşımı keşfetmeme sebep olan “The Happiness Trap” adlı kitap gerçekten yaşamla ilgili bazı şeylere bakış açımı değiştirmemde fazlaca etkili oldu diyebilirim. Cristi Puiu’un “Sieranevada” filmini Mubi sayesinde bu sene izleyebildim ve en bayıldığım şeylerden bir tanesi oldu.
Hayatımıza yeni normal diye bir kavram girdi. Sizi ne kadar etkiledi? Hayata bakış açınızda değişim yaşadınız mı?
Çalışma temposu içinde değilsem genel olarak yaşantım şu anki halinden çok farklı değildi pandemiden önce de. Dramatik psikolojik değişimler yaşamadım o yüzden bu süreçte.
Bir dönem mektup yazarak iletişim kurduğunuzu okumuştum. Hala mektup yazıyor musunuz?
Kendimi ifade etmek konusunda sıkıntı yaşadığım zamanlardı onlar. Artık ne hissettiğimi, ne yaşadığımı daha iyi kavrayıp daha net çıkarımlar yapabildiğim bir döneme girdim. Özellikle içinde olduğum ilişkimde kendimi daha rahat ve özgür hissediyorum. Bunda Can’ın payı büyük tabii ki, ondan çok şey öğrendim.
10 yıl önceki Öykü’ye neler tavsiye ederdiniz?
“Bildiğin gibi devam” derdim.
2021 sizin için bambaşka bir sayfa açıyor. Anne olmak fikri size neler hissettiriyor? Nasıl bir anne olacağınızı düşünüyorsunuz?
Tarifi olmayan değişik duygular yaşıyorum. Bir tarafım yabancılaşıyor, inanamıyor anne olacak olmama, bir tarafım da bayağı güveniyor kendine. Değişik bir his. Nasıl bir anne olacağımı deneyimlemeden söylemem biraz zor.
Çocuğunuzun nasıl bir insan olmasını hayal ediyorsunuz? Olmazsa olmaz değerleriniz neler olacak Roman’ı büyütürken?
Duyarlı, dürüst ve merhametli bir insan olsun. Sanki bunları öğretebilirsek geri kalan her şeyi bir şekilde kendi de halleder gibi geliyor bana.
Yayın Direktörü : Meltem Aydın
Genel Yayın Yönetmeni / Röportaj : Ceyda Gedikoğlu
Fotoğraf : Mustafa Nurdoğdu
Moda Editörü : Tuğçe Bahçıbangil
Saç : Hüseyin Altun
Makyaj : Ceren Eröz