L'Officiel Hommes ilkbahar kapak yıldızı: Şükrü Özyıldız
İlkbahar sayısında odağımıza aldığımız "referanslar" temasından yola çıkarak kapak yıldızımız Şükrü Özyıldız'ın heybesindeki nice yeteneklerin peşine düşünüyoruz.
Oyunculuk, belli bir oranda kontrolle alakalı. Bilmekle, anı kaçırmamakla, orada olmakla… Bir aktörün görevi ise yazılmış kelimeleri oynamaktan öte, o kelimeleri sahneye, karaktere dönüştürmek olsa gerek. Ya da bir başka deyişle, önce tüm kuralları öğrenip sonra hepsini unutmak demek. Haftalarca, aylarca hazırlandıktan sonra o sahneye çıkmak ve çıktığın anda her ihtimale açık kılmak. Çünkü geleceği bilmek bir aktör için en istenmeyen şey olabilir. Belki de bir aktörün kendine verebileceği en büyük hediye, kendini şaşırtmak.
Şükrü Özyıldız’la yıllar önce bir tiyatro sahnesinde tanıştım. Bir oyuncuyla önce tiyatro sahnesinde tanışınca başka bir aşinalık, sıcaklık, beklenti oluşuyor bende. Şükrü Özyıldız’ın bundan 10 yıl önce, Oyun Atölyesi sahnesinde Kim Korkar Hain Kurttan’daki Nick karakteriyle karşıma çıktığı günü anımsıyorum. O günden beri de gözlerim onu sahnede arıyor. Geçtiğimiz 10 yılda Şükrü bana, o gün o salondakilere ve onunla tanışacak tüm izleyenlerine heybesinde Nick’ten çok daha fazlası olduğunu gösterdi.
Ne tesadüftür ki, kapak röportajı için Şükrü ile doğum gününde buluşuyoruz, sakin bir Pazar sabahı. Kim Korkar Hain Kurttan ile açıyorum sözü, 10 yıl gecikmiş bir şekilde de olsa kutlamalıyım. Alice Müzikali, Şükrü Özyıldız’ın sahneye son çıktığı proje oldu ama o heyecanın kursağında kaldığını, sahnede yeniden deşarj olması gerektiğini söylüyor. “Olsun çok istiyorum. Yine doğru bir projeyle, içime sinen bir metinle ve iyi bir ekiple ben yeniden tiyatroya döneceğim. Tiyatronun hissi çok başka.”
Birbiriyle ilk kez tanışan iki insan için, uğraştıkları işler, dertleri, meseleleri de yakınsa eğer, günümüzde duygudaşlık kurmanın en iyi yollarından biri dizi ve filmler. Şükrü ile bizi ilk bağlayan köprü The Boys dizisi oluyor. Şükrü’nün dizinin sıkı bir hayranı olduğunu öğrendiğimden keskin bir geçişle tiyatrodan The Boys’a kırıyoruz dümeni. Ben de hiç boş değilim diziye karşı, düşünün ki ilk bölümüne 10 puan vermiştim IMDb’de. Yaşayan bilir, 10 duygusal bir puandır. Bunu duyunca “Sen bölüm bölüm puanlıyor musun?” diye şaşırıyor. Benim için IMDb’nin bir izleme güncesi olduğunu, ne izlediğimi anca bölüm bölüm puanladığımda takip edebildiğimi söylüyorum. O da puanlayanlardan ama bölümleri değil, projenin genelini puanlıyormuş. “İzlediğim bir diziyi asla unutmuyorum ama IMDb’yi her zaman bir referans olarak kullanıyorum. Doğruya doğru. Ben de bölümlerin puanlarına bakıyorum ki kreşendosunu anlayayım, kendimi ona göre bir beklentiye sokayım. Sonlara doğru düşüyorsa ‘Abi hiç başlamasak mı acaba?’ diye düşünüyorum.” Şükrü’yü en iyi ben anlarım: Ben puanlarla yaşıyorum… The Boys’un yeni sezonunu beklerken bu sene dizinin spin-off’u Gen V bolca konuşuldu. İkimizin de izleme listesinde olan ama henüz sıra gelmeyen projelerden… O listenin üst basamaklarında yer alanlara geliyor laf, son dönemde izleyip akılda kalanlara. “Invincible’ı çok seviyorum ben, ikinci sezonun ilk dört bölümü yayınlandı ve yine çok iyiydi. Başta sana sezon sonunun spoiler’ını verdi. Verdiği spoiler çok acayip, hikayenin hiç gitmemesi gereken bir yer ve şimdi insan merak ediyor acaba oraya nasıl ulaşacağız diye.” Invincible gerçekten son yılların en enteresan yetişkin animasyonlarından biri. The Walking Dead’in de yaratıcısı Robert Kirkman’ın çizgi romanından uyarlanıyor; Steven Yeun, J.K. Simmons ve Sandra Oh gibi isimler seslendiriyor. Eğer animasyonlara mesafeliyseniz bu mesafeleri darmaduman edecek bir dizi. Biz de animasyondan devam ediyoruz ve animasyon dendiğinde bize bildiklerimizi unutturan, dört Emmy ödüllü bir dizi var: Arcane. Şükrü, Arcane’in de büyük bir hayranı ve onun da yeni sezonunu dört gözle bekliyor.
İnsan önce kendini anlamak zorunda ki geri kalan her şeye doğru bir açıdan baksın. Sen kendinle çatışma halindeysen geri kalan her şeyle çatışma halinde olacaksın.
Bazen eskilere de gidip izleyenlerden Şükrü, özellikle sevdiği oyuncuların filmlerini (örneğin Denzel Washington’ın The Equalizer’ı) ya da kült film serilerini (örneğin The Lord of the Rings’i.) Şu bir gerçek ki, artık eskisinden de fazla izliyoruz ve yeni ya da eski, kurgu ya da gerçek her izlediğimizde bir şeyler arıyoruz. “Sonuçta sinema dediğimiz kavram, var olan bir şeye farklı bir perspektiften bakmakla ilgili olduğundan, sana otomatik olarak izlediğin şeyle bağlantılı olarak bir duygu güdüleniyor. İyi olan bir şeyi izlemek beni çok etkiliyor. Belli bir türü aramıyorum, belli bir yönetmenin ya da aktörün işlerini aramıyorum; ben iyi iş arıyorum. Aslında IMDb puanlarını referans almam da bu yüzden, %100 olmasa bile fikir verebiliyor. Daha önce hiç duymadığım bir filme denk gelebiliyorum. Ben oyuncu olarak da iyi bir şeyde oynamak istiyorum, o yüzden o iyi şeyi arıyorum. Az önce konuştuğumuz işlerde de ekip olarak o kadar iyi bir araya gelinmiş ve ortaya bir sanat eseri çıkarılmış ki… Hepimizin aslında hayalini kurduğu mükemmellik yolculuğu.”
Şükrü’nün geçmiş işlerine baktığımda içinde romantik komedi de var, müzikal de; drama da var, polisiye de… Son cevabından sonra düşününce fark ediyorum ki, belki de iyi olanı ararken, türlerden bağımsız bir şekilde vermiş kararlarını, böyle doğmuş bu çeşitlilik. “Senaryo en önemlisi, işin yoktan var eden kısmı. Geri kalan her şey, rejisi, oyuncusu, ışığı o senaryodan çıkıyor. Tabiri caizse, senarist o işin tanrısı oluyor aslında. Bir senaryoda benim daha önce tahmin etmediğim türde bir iş okuyorum diyelim; oyuncu olarak karakterin yolculuğunu takip ediyorum, o karakterin yolculuğunda öyle enteresan çatışmalar yaşanıyor ki, o karakteri oynamak istiyorum. Geri kalan her şey de işin sürprizi oluyor. Bir projeye dahil olurken karar vermemdeki en büyük etken o karakterin yolculuğu oluyor. O yolculukta ben nasıl köşeleri oynamak istiyorum, nasıl değişimler yaşamak istiyorum. Oyuncuyu heyecanlandıran şey o. Yani monoton bir şeyden ziyade, o iniş ve çıkışlar.”
Şükrü’ye göre bir oyuncunun en büyük hüneri, duyguyu gizlemek. Sona kadar gizlemek. “Biz gerçek hayatta da aslında bunu yapıyoruz. Arkada bir duygumuz var. O anki duruma bizi getirene kadar yaşanan olaylar silsilesiyle ilgili bir sürü düşünce var, onların getirdiği duygular var, o günkü haletiruhiyen var, belki beş dakika önce aldığın bir haber var, bilmiyoruz. Sonuçta hepimizde aktif olan bir duygu var ama karşındaki insana olduğu gibi kalbini açmıyorsun hiçbir zaman, o bir süreç. Bir noktaya kadar o duyguyu gizleyerek hayatını yaşıyorsun. Aslında aktörün de yapması gereken bu. Ama tabii bu da, o duygunun her zaman orada olması gerektiği anlamına geliyor. Asıl zor olan bu.” Bir madeni işlemek ya da bir hazineyi topraktan çıkarmak belki de oyunculuk. El değmemiş altın külçesini, yani karakteri alıp gün yüzüne kavuşturmak. Karakter de aktör için bir davet, bir çağrı, bir pusula demek. “Karakterin alacağı tüm aksiyonları, o duygunun orada olduğunu bilerek almak gerek. Oyunculukta, karakterin inşa aşamasında o kadar fazla katman var ki… Belki de en önemlisi burası.”
Şükrü’nün akademik hayatında mühendislik, benim de matematik geçmişi var. Kendi adıma geriye dönüp baktığımda, matematik okurken yazmaya başlamamdaki en güçlü itici kuvvetin ne yapmak istemediğimi görmek olduğunu fark ediyorum. Şükrü de sevdiği işi arar ve mühendislikten oyunculuğa doğru ilerlerken muhakkak ki önüne bolca engel, bolca geri dönüş levhası çıkmıştır. Ama günün sonunda karşımda kendi arayışlarına cevaplar bula bula yol almış ve yılları devirmiş bir aktör var. “İşte galiba ne yapmak istemediğini anlama sürecini kısa ya da uzun tutmak bizim elimizde. Bende biraz uzun sürmüş olabilir. İTÜ’den sonra yeniden sınava girdim, babamın işlerine destek olmak için İzmir’e döndüm, başka bir üniversite okudum, sonra oradan Müjdat Gezen’e geçtim… Aslında benim hayalimde her zaman oyunculuk okumak vardı ama bir şekilde benim güdülendiğim, yapmam gereken tercih sabah dokuz akşam beş bir hayattı, bana o empoze edilmiş. Bende o kilidi kırıp kendi hayallerimin peşinden koşma evresine geçiş, Müjdat Gezen sonrası oldu.”
Sadece proje seçimlerinde değil, hayatın genelinde Şükrü’nün sorgulayan ve arayışta olan bir zihni var. Oyunculuk pratiğinin sağladığı kendini bulma imkanı, araladığı kapılar, kazandırdığı yeni perspektifler, mesleğinden Şükrü’ye kalan en sevdiği kazanımlar. “Sonuçta insan önce kendini anlamak zorunda ki geri kalan her şeye doğru bir açıdan baksın. Sen kendinle çatışma halindeysen geri kalan her şeyle çatışma halinde olacaksın. Oyunculuk o noktada seni iyi bir yere götürüyor ister istemez. Bazen bir duygu hissediyorsun örneğin ve bunu neden hissettiğini bilmiyorsun. Ben şu an gözlerimle bir alan görüyorum ama bilinçaltım bu alanın çok daha fazlasını çok garip bir şekilde tarıyor. Yani bilinçaltımın, ne zaman ortaya çıkacak bir duygunun tohumunu ektiğini bilmiyorum. Ama ben o tohumu alıp yetiştiriyor olmalıyım, kendi ekosistemime dahil olan o duygunun nereden geldiğini bir şekilde deşifre etmek durumundayım ki kendi kilitlerimi bileyim, kendimi daha iyi tanıyayım ve sıfırdan inşa edeceğim bir karaktere daha iyi hayat vereyim.”
Arayış bitmeyecek, o belli. Sorgulayan zihinler daima bir adım ötesine karşı besledikleri merakla devam edecekler hayatlarına ama bir yandan gözleri daima kendilerinde, duygularında, fikirlerinde olacak. Yerine göre derinleşip yerine göre yüzeye çıkarak terazinin dengesini sağlayacaklar. Şükrü de kendi dengesini önemseyenlerden. İlgi alanlarını sınırlamıyor, yeni başlangıçlara heyecan duyuyor. “Bana çok yakın bir arkadaşım bundan bir süre önce ‘Bir insan hobileri için yaşar,’ demişti. Benim bu sene yapmak istediğim şey hobilerimi geliştirmek. Biraz o sürece gireceğim. Davula daha fazla zaman ayırmak istiyorum. Onun dışında eğitimini aldığım şifalı bitkiler merakım. O konuya eğilmek istiyorum. Yeteneklerimi biraz daha geliştireceğim. Her geçen sene hayata karşı başka bir güven duyuyorum, onu bir şekilde tutmak da hedeflerim arasında.” Dört koldan bilgi bombardımanı çağında her şeye kolay ulaşabilme imkanımız varken kendi güvenli alanımızı yaratabilmek kıymetli. Son yıllarda dilden düşmeyen “me time” hepimize gerekli. “Her şey kolay tüketilebilir gibi duruyor aslında değil,” diyor Şükrü, “O kadar çok seçeneğimiz var ki, çok hızlı bitirebiliyoruz bazı şeyleri ama asla sindiremiyoruz. Maalesef ki, problem o. O yüzden biraz daha sindirmek, hayatımda işime yarayacak bilgilere ulaşmak ve onların konforunu yaşamak istiyorum.”
KREATİF DİREKTÖR DERYA GÜRSEL
RÖPORTAJ ÖZGÜN YİĞİT TUNA
FOTOĞRAF EYLÜL EZİK
MODA DİREKTÖRÜ YAĞMUR KURAL
SANAT YÖNETMENİ EREN GEDİK
PRODÜKSİYON DİREKTÖRÜ CEREN KAÇIKOÇ
PROJE YÖNETİCİSİ LARA AKYEL
MODA EDİTÖRÜ ELIF KARCI
SAÇ ÖZGÜR KOÇ
MAKYAJ SEZEN CAN